Temel Paradigma Olarak İklim Değişikliği
İçinde yaşamakta olduğumuz küresel iklim değişikliği atmosferdeki sera gazı dediğimiz, dünyadan çıkan ısının uzaya çıkmasını engelleyen gazların artışından kaynaklanmaktadır. Bu, dünya tarihinde ilk defa meydana gelen bir olgu değildir. Doğadan kaynaklanan nedenlerden dolayı daha önce de iklim değişiklikleri görülmüştür. Ancak bu sefer farklı olan bu değişikliğin doğal kaynaklardan değil insanların bilinçli tercihlerinden kaynaklanmasıdır.
Bu bilinçli tercihin en önemli nedenlerinden biri Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’nın doğu kıyısında yer alan geniş kömür rezervleridir. Bu kömür rezervlerini çıkartıp kullanan İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD gibi ülkeler, bu rezervlerin ürettiği taşınabilir enerji kaynakları nedeniyle ekonomik bir gelişmişlik seviyesi yakalamışlardır.
Kömürün kullanımı ile başlayan endüstrileşme ve teknolojik atılım diğer fosil yakıt türleri olan petrol ve doğal gaz kullanımı ile devam etmiştir. Ancak bu sefer petrol ve doğal gaz yatakları ilk sanayileşen ülkelerin sınırları içerisinde olmadığından sömürgeler ve kurulan hegemonyalar sayesinde bu kaynakların kullanımı mümkün olmuştur.
Bugün dünya düzeni içerisinde devletler iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda adımlar atıyor görüntüsü vermeye çabalamaktadırlar. Ancak atılması gerekli olan önemli adımlar hala gelirleri yer altından çıkartılan kömür, petrol ve doğal gaza bağlı olan dev şirketler tarafından ya engellenmekte ya da yavaşlatılmaktadır. Yalnız bu dev şirketler de problem içerisinde kendi sorumluluklarının farkında olduklarından en azından hukuki sorumluluğu üstlerinden atabilmek için iklim değişikliği paradigmasını kendi çıkarlarına göre şekillendirmektedirler.
1960 ve 70’lerde sigara şirketlerinin kullandıkları taktikleri bugün petrol ve kömür şirketleri kullanıyor. Uzun süre sigara içtikten sonra bunun neden olduğu hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalan bireyler, sigara üreticisi şirketleri mahkemeye verip önemli tazminatlar kazanmayı başardılar. Bunun arkasındaki temel sebep sigara kullanımı ile ortaya çıkan rahatsızlıklar arasındaki tıbbi bağın artık rahatlıkla kurulabilir olmasıdır. Konu mahkemeye intikal ettiğinde hakimleri ilgilendiren soru söz konusu kişinin rahatsızlığının sigara kullanımından olup olmadığıdır. Bu nedenle de bu sorun ilk ortaya çıktığında sigara üreticisi şirketler bilimsel kanıtların yetersizliğini öne sürerek uzun süre kaçabilmişlerdir. Aynı durum bugün kömür ve petrol satan şirketler için de geçerlidir.
Fosil yakıt şirketleri bugün için iklim değişikliğini sorgulama paradigmasını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiriyorlar. İklim değişikliği paradigmasının aldığı şekil ise başta bu alanda çalışan bilim insanları olmak üzere konunun taraflarını fazla etkiler gibi görülmüyor (görünmüyor). Bu paradigmanın bugün aldığı şekli ve bilimsel açıdan alması gereken şekli şu biçimde tanımlayabiliriz:
Dünya’nın atmosferi genel anlamı ile parçacık alışverişine kapalı ama enerji alışverişine açık bir sistemdir. Bu tür sistemlerde sisteme eklenecek olan herhangi bir enerji miktarı sistemin tüm parçalarına dağılır ve bu parçaların işleyişleri üzerinde egemen güç olur. Yani kapalı bir kutudaki bir gazı ısıtacak olursak gazın sıcaklığı artar. Sıcaklık artışının anlamı gazın moleküllerinin tamamının ortalama hızlarının artmasıdır. Bu nedenle de artık bu sistemde “herhangi bir molekülün hızındaki değişimin sisteme eklenen enerji miktarına bağlı olduğunu kanıtlayabilir misiniz?” şeklinde bir soru sormak makul değildir. Çünkü sisteme eklenen enerjinin tüm elemanları etkilemesi termodinamiğin gerekli gördüğü bir davranış biçimidir. Dolayısıyla burada bilim insanı eklenen enerjinin herhangi bir molekülün hareketini etkileyip etkilemeyeceği ile ilgilenmez, çünkü termodinamik paradigması bu sorunun bu şekilde sorulmasını gereksiz kılar. Ancak bir kişi eklenen enerjinin bir molekülü etkilemeyeceğini düşünüyorsa o zaman kanıtlama sorumluluğu etkilemeyeceğini düşünen kişinin omuzlarındadır. Kanıtlama sorumluluğunun hangi görüş açısında olduğunu belirleyen de bu sistemin düşünce paradigmasıdır.
Dünya’nın atmosferine benzer şekilde yaklaşırsak sera gazlarının miktarındaki artışın atmosferin ortalama enerjisini artırdığını görürüz. Ortalama enerjideki bu artış termodinamiğin bir gereği olarak sistemin içerisindeki tüm elemanlara düzgün bir biçimde dağılır. Dolayısıyla bu artış sistemin içerisindeki tüm parçaların işleyişlerini etkiler. Etkilemeyeceğini söyleyen kişi bunu kanıtlamak zorundadır, ama etkilemesi zaten işlerliği kabul edilmiş olan termodinamik paradigmasına dayandığından etkileyeceğini söyleyen kişinin kanıtlama zorunluluğu bulunmaz.
Termodinamik paradigmasından gelen kabulle iklimin tüm bileşenlerinin atmosferdeki artan enerji miktarından etkilendiği belirlendiyse, iklim olaylarının hangilerinin artan enerji miktarından etkilendikleri anlamlı bir soru değildir. Atmosferin ortalama enerji içeriği artıyorsa atmosferde meydana gelen herhangi bir olayın bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Herhangi bir olayın atmosferin ortalama enerjisindeki artıştan meydana gelmediğini öne süren kişinin bunu kanıtlama sorumluluğu bulunur.
Ancak petrol şirketleri ve onların çıkarlarını gözeten devletlerin çabasıyla iklim değişikliği paradigmasının bakış açısı bu şekilde gelişmemiştir. Özellikle son senelerde iklim bilimcilere herhangi bir iklim olayının iklim değişikliğinden olduğunu kanıtlama görevi verilmiştir. Bunun nedeni aynı geçmişte sigara kullanımında olduğu gibi, gelecekteki iklim hasarlarından dolayı hukuki süreç başlatıldığında mahkemedeki savunma süreci için pozisyon alma çabasıdır. Oysa bilimsel paradigma açısından probleme bakıldığında kömür, petrol ve doğal gaz yakarak gelişmiş ülkelerin ve bu ülkelerin petrol şirketlerinin şu anda görülmeye başlanan iklim felaketlerinde suçlarının olmadığını kanıtlamaları gerekmektedir.
Bilim paradigması bize iklim sistemindeki tüm olayların iklim değişikliğinden etkileneceğini söylüyor. Herhangi bir olayın iklim değişikliğinden olmadığını kanıtlamak ise bu iddiada bulunan kişinin sorumluluğundadır. Tam tersi değil.