Sürdürülebilirlik İletişiminde Neredeyiz?
İletişim, sürdürülebilirlik gündeminin en önemli konusu olmasına rağmen sürdürülebilirlik iletişimcilerinin paydaşlara güven vermek konusunda gideceği önemli bir yol var.
2023 senesinde sürdürülebilirlik iletişimi konusunun daha fazla konuşulduğunu; etkinliklerin, raporların arttığını; akademik kurumların bu konu etrafında profesyonelleri de içine alan farklı programlar duyurduklarını gözlemliyoruz.
Neden? Temelde iklim ve diğer insan sebepli doğal ve sosyal krizler artarken hâlâ aciliyete yönelik toplumsal ve kamusal anlayış noktasına gelememiş olmamız büyük trajedi. Bir başka deyişle, “iki adım ileri, bir adım geri” gelme durumunu sıkça yaşıyoruz.
- Ortak noktaya gelmek ve uzlaşı için öncelikle güven ortamının oluşması gerekli. Ancak 2022 Edelman Trust Barometer Raporu buraya uzak olduğumuzu söyleyen şu bulguları tanımlamış: Güvensizlik toplumun en fazla hissedilen duygusu; her 10 kişiden 6’sı iletişimin arkasında bir kanıt görene kadar iletişime güvenmediklerini söylüyor.
- %64’ü yapıcı bir toplumsal münazaranın mümkün olmadığını düşünüyor
- %75’i iklim krizini çok önemsediklerini söylese detoplumsal olarak bu korkularına karşılık bulamıyor.
- Tüm kurumlar için eksik olsa da şirketlerin %61, sivil toplum kuruluşlarının %59, kamu kurumlarının %52 ve medyanın (!) %50 oranında güven yarattığını görüyoruz. Bireyler en fazla kendi çalıştıkları şirketlere güveniyorlar (%77).
- En fazla beklenti ise yine şirketlerden – örneğin sadece %52’si iklim krizinde şirketlerin yeterli sorumluluk aldığını düşünüyor.
Mesaj çok net: Bireyler kurumların (özel veya kamusal) sürdürülebilirlik gündemi karşısında sessiz kalıyor, yani yeşil-sessizlik (green-hushing) içindeler… Diğer yanda şirketlerin yaptıkları sürdürülebilirlik iletişiminden beklediklerini bulamadıkları, ötesinde “cezalandırıldıkları” da ayrı bir başlık. Sustainability Initiative MIT’ye göre uzun süren iletişimden sonra şirketlerin “radyonun sesini kısma” konumuna geçtiklerini söylüyor. Yine 12 ülkeden 1200 üzeri özel sektör şirketi ile yapılan South Pole 2022 Raporu’nda birçok şirketin “Net Sıfır” doğrultusunda bilim temelli hedefler açıklamaları ve buna yönelik yatırım yapmalarına rağmen her dört şirketten birinin bunlar üzerinde açıklama yapmamayı tercih ettikleri-yeşil-sessizliğe büründükleri- ifade ediliyor.
Yeşil-sessizlik neden bu kadar önemli? Öncelikle sürdürülebilirlik iletişiminin bir numaralı kuralı olan “şeffaflık” ilkesine karşı çalıştığı için. İklim krizi karşısında tüm toplumu içine alan bir dönüşüm olmalı. Bu da amacın ortak olması, becerilerin birlikte geliştirilmesine dayanıyor; yani sessiz kalınarak, sürdürülebilirlik iletişimi yapmadan gelinecek bir nokta değil.
Peki, neden yeşil-sessizlik? Ne kadar iletişim yapılırsa beklenti artar ve beklentileri karşılayamayacağını gören şirketler sessiz kalma yönünde poziyon alabilir… diye düşünülebilir. Yeşil-sessizliğin antitezi olan “yeşil-yıkama” ise açıklanan bilgilerin eksik, hatalı veya yanlışa yönlendiriyor olması, yani “yeşilmiş” gibi gösterilmesi anlamına gelir.
Yeşil yıkama önemli bir durum. Avrupa Birliği’nin 2021 yılında yaptığı dava incelemelerine göre, yeşil ürün veya hizmet beyanatlarının %59’unda şirketler yeterlikanıt gösterememiş. Yeşil yıkamaya yönelik düzenlemeler hem Avrupa’da hem ABD’de hem de ülkemizde yapılmaya devam ediyor. Yani kurumların doğruları eksiksiz ortaya koymaları, yanlış yönlendirme yapmamaları konusunda yaptırımlar beklenmelidir.
Özetle, ne yeşil-yıkama yapmak ne de yeşil-sessizliğe bürünmek çare değil. Sürdürülebilirlik iletişiminin bu alt ve üst sınırları tanıyarak rolüne sahip çıkması önemli.
Sürdürülebilirlik İletişimi için Öneriler
Öncelikle her eleştiri aynı değildir. Bir şirket ne yaparsa yapsın, tüm faaliyetlerinden nefret edenler ve kurumu her haliyle reddedenler olacaktır. Bu durumda yapılacak çok fazla bir şey olmayabilir ama…
Nefret boyutuna varmadan eleştirenler, şirketin veya kurumun riskleri öngör-mesi için “erken uyarı” sunuyor olabilir. Tabii ki ideal noktaya gelene kadar bu sesler durulmayabilir ancak bu uyarılar sayesinde kurumlar daha sistematik eylem planı oluşturabilirler. Örneğin “sıfır emisyon uçuş” tecrübesi birkaç sene içerisinde mümkün gözükmese de ideal noktaya doğru paydaşların yapısal dönüşüm planlamasını gerektirmektedir. Her eleştiri, bu hedefe yönelik uygulamanın aktif tutulmasına sebep verebilir. Bazı kitleler – örneğin gençler – söz konusu olduğunda durum karmaşık olabilir. Deloitte Global 2022 Gen Z and Millennial anketine göre 1996 sonrası doğanların sadece %44’ü şirketlerin pozitif bir etki yarattığına inanıyor. Geleceği tasarladığımız bir noktada gençleri mutlaka içine alan bir çalışma şeklimiz olmalı. Bu konuda Roger Hart’ın tasarladığı “Ladder of Youth Participation” çalışmasına bakmayı öneriyoruz.
Ayrıca bu yolda dijital yeteneklerin ve etkileyicilerin (influencer) rolünün de altını çizmek gerekir. Doğru kurgulanan yeni yöntem ve ağlar her noktada farklılık getirebilir. En fazla ihtiyacımız olanlar, yani gerçek dostlar ise kurumun birlikte çalıştığı iç ve dış paydaşlardan oluşur. Bunlar size neyi eksik veya yetersiz yaptığınızı söyler ve ötesinde yol gösterici olabilirler. Bu en değerli iletişim şeklidir. Paydaş katılımı dediğimiz konu, kurumun riskleri ve dönüşümü için bu paydaşlarla aktif olarak çalışması anlamına gelir ki sürdürülebilirlik yönetim sisteminin en önemli bacağını bu konu oluşturuyor. Sürdürülebilirlik iletişiminin kesinlikle ilerleme kaydetmesi gereken noktaya dikkat çekebiliriz:
- Ne negatif, ne pozitif – anlaşalım: Emisyonların negatife dönmesi veya seragazlarınınaşağıya çekilmesi esasında pozitif- olumlu durumları anlatmıyor mu?
- Niye antropojenik (insan sebepli) iklim olaylarına “doğal” felaket diyoruz? Bu felaketlerin sebebi doğa değil, biziz.
- “Hedefi yapamadık çünkü…” demeyi neden eksiklik olarak görüyoruz? Bu bir samimiyet, şeffaflık işareti veya işbirliği daveti olamaz mı?
- “Geridönüşüm yapmak iyidir” yerine “Eğer başka hiçbir fayda yaratamıyorsak geri dönüştürelim” diyerek döngüselliğe yönelik yaratıcılığa yer açar mıyız? Neden denemiyoruz?
- Kaybedilen güveni nasıl yerine koyabiliriz? Mükemmel olmasa da insana dair, doğaya yönelik hikayeleri nasıl öne çıkarabiliriz? Mükemmel arayışı ile samimiyeti kaybettiğimiz noktaları baştan düşünsek?
Sürdürülebilirlik dönüşümünde başarılı olmak ve iklim değişikliği gibi kapımızdaki krizlerle baş edeceksek, toplumları iletişim ile içine alan bir hedef ortaklığı ve eylem planı oluşturmalıyız. Bu noktada iletişime ve hikayeciliğin gücüne inanıyoruz.
Bu yazı ilk olarak EKOIQ‘da yayınlanmıştır.