Sürdürülebilirlik Aslında Bir Yaşam ve İş Yapış Felsefesi
Uzun yıllar kurumsal hayatta farklı görevlerde bulunduktan sonra sosyal girişimci olarak çalışmalarına devam eden, sürdürülebilir iş modelleri yaratma konusunda danışmanlık ve yatırımcılık yapan, üniversitelerde bu alanda dersler veren Sayın Gülin Yücel ile buluştuk. Sürdürülebilirliğin giderek artan önemi, eğitim sistemimiz ve değişen dünyada kadının konumu gibi başlıklara odaklanan röportajımızı paylaşıyoruz. Sayın Yücel’e değerli zamanını bizlere ayırdığı için teşekkür ederiz.
Okurlarımız için kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Kurumsal hayattan geliyorum; 20 küsur sene boyunca kurumsal hayatta farklı görevlerde bulundum. Bunlar teknoloji ve hizmetler ile verimlilikleri artırmaya ve değer yaratmaya odaklı işlerdi. 20 senesi IBM şirketindeydi. Bunları yaparken, artık dünyanın gittiği noktada daha fazla gençlerle ve kadınlarla iç içe olmak gerekliliğini düşünerek, kendimi Türkiye’deki kadın konularının içerisinde hem de üniversitelerde gençlerle birlikte farklı konuları konuşurken ders ortamlarında, seminer ortamlarında bir şeyler paylaşırken buldum. Bir aşamada bunlar beni kurumsal hayattan çok farklı bir yere çekti. Şu anda sosyal girişimcilik yapıyorum. Hem sürdürülebilir iş modelleri yaratma etrafında kurumsallara ve organizasyonlara danışmanlık yapıyorum hem de üniversitelerde bu konuda ders veriyorum. Gençlerle birlikte çalışıyorum. Melek yatırımcılık yapıyorum. Orada da dünyayı farklı bir noktaya çekeceğine inandığım felsefeler ve teknolojiler etrafındaki iş modellerine ufak da olsa yatırımlar yapıyorum.
Sizinle özellikle, sürdürülebilirlik kavramını konuşmak istiyoruz; fakat öncesinde 4. Sanayi Devrimi olarak adlandırılan süreci ve sürdürülebilirlikle olan bağını nasıl ele alırsınız?
Esasında son derece birbirinin içerisine girmiş konu başlıkları bunlar. 7,6 milyar nüfusu ile birlikte insanlığın dünya üzerindeki ayak izi, doğanın kendini geri koyabilme becerisinin çok üzerinde bir olumsuz etki yaratıyor. Ekonomik aktivite hızla artarken, bu geliri paylaşmada gelir uçurumları artmaya devam ediyor; refah artmıyor, insanlar daha mutlu değil, doğa ile ilişkileri gitgide yok olma tehdidi altında. Bu durumun sorumluları işler, devletler ve tüketim odaklı yaşayan bizleriz.
Sürdürülebilirlik aslında bir yaşam ve iş yapış felsefesi. Çevre ve insanın unutulmuş olan bağını yeniden bir araya getirmek, sürekli üretmek yerine herkes için refah yaratmak, tüketip atmak yerine gereken kadar tüketip yeniden değerlendirmek, doğadan aldığımız kaynakları, suyu, havayı ekolojik dengeye zarar vermeden yaşam döngüsünde tutmak etrafında bir felsefe bu.
Bunu yapabilmek için hem bir düşünce ve sistem dönüşümüne hem de verimlilikleri bilinenden öte bir noktaya taşımamız gerekiyor. Endüstri 4 de esasında bunun en temel sağlayıcı bakış açılarından birini oluşturuyor. Üretim ve tüketim yöntemlerini kontrol ederek, en verimli kaynak kullanımı koşulları oluşturmaya çalışıyor; teknoloji ile insanın ayak izini azaltmayı hedefliyor.
Çalışmalarınızın en önemli başlıklarından biri olan “sürdürülebilirlik” kavramını açabilir misiniz?
Buna biraz geleneksel perspektifte bakmak lazım. Çok temelde Endüstri Devrimi ile beraber biraz daha çoklu üretim, üretim şekilleri, mavi yakalar, beyaz yakalar ve üretim verimlilikleri konuşulmaya başlanıyor. 80’ler sonrasında ise teknoloji etrafında bir evrilmeye dönüyoruz. Yani verimlilikleri artırma üzerinde teknolojinin yardımını çok daha fazla kullandığımız noktalara geliyoruz ki bunlar 90’lar sonrasında, benim işe başlama zamanlarım oluyor.
Mevcut verimlilikleri teknoloji faydasıyla farklı boyuta geçirebildik ve teknolojiler evrildikçe bu iyileşme süreçleri hızlanmaya başladı. Bu işin iyi tarafıydı ama işin diğer tarafında, negatif olarak, bunları yaparken doğa ile bağlantıyı unuttuk ve esasında doğanın biz bu verimlilikleri sağlarken bizim kullanımımıza hazır ve ucu bucağı olmayan, tüketilse de bitmeyecek bir kaynak olduğunu düşündük. Bu noktada da yanıldık. Bu yanılgılar doğayı tükenme noktasına getirdi. Şu an bahsettiğimiz iklim problemleri, olağanüstü doğa problemleri gibi konular aslında doğaya tahribatların bir sonucu. Sadece bu değil. Sosyal tarafta da, verimlilikleri artırmaya çalıştık ama ne pahasına ve ne için tarafını yeterince düşünmedik. Düşünün ki günden güne daha fazla verim çıkarmak zorunda olan bir çalışan teknolojinin de faydasıyla günde 12-15 saat çalışır hale geldi. Niçin? Daha fazla kazanabilmek için mi? Diyelim ki evet, peki bu kazancı ile ne yapacak? Daha fazla satın alma ve tüketme gücü olacak. Tüketme gücü ne olacak? Daha fazla insanın dünyanın bir yerinde belki de kötü koşullarda çalışan daha fazla işçinin olmasına neden olacak. Bunun sonucunda esasında o tüketimi yapan beyaz yakalı çalışan daha mutlu olacak mı? Bu kısmı belli değil. Dolayısıyla geldiğimiz noktada elimizdeki veriler bize şunu gösteriyor; çok daha fazla tüketiyoruz. Şu an itibari ile 1.5 dünya kaynağını tüketiyoruz. Eğer bu şekilde devam edersek 2050’de 3 dünya kaynağı tüketmeye başlayacağız. Çok ciddi bir rakam. Bu ne demek? Zaten biz bugünden bir sonraki neslin kaynaklarını tüketiyoruz demek. Maalesef tüketim olgusu günden güne de büyümek doğrultusunda bir gidişat içinde, biz sürdürülebilirlik felsefesi ile ise ekonomik büyümeye odaklı değil ekonomik refaha odaklı bir büyümeden bahsediyoruz. Yani sadece belirli bir kısım için değil herkes için eşit fırsat ve refah tanımı getirebilecek bir büyümeden bahsediyoruz. Olaya sadece Gayri Safi Millî Hasıla’yı artırmak olarak bakmıyoruz, ötesinde bu büyümenin neye hizmet edeceği, herkes için nasıl refahı artıracağı, fayda sağlayacağı bir dünya düzenini oluşturmak bazında göstergeleri gözden geçiriyoruz. Bu bir.
İkincisi çevrenin sürdürülebilirliği. İçinde yaşadığımız gezegenin sınırlarını bilmeliyiz, tanımalıyız ve gezegenin kaynaklarını doğanın onu kendisine geri koyabilme becerisinden daha fazla tüketmemeliyiz. Bunun en önemli örneklerinden biri de petrol. Biz belki de milyonlarca yılda üretilen kaynakları öyle bir hızla tüketiyoruz ki doğanın onu geri koyma becerisi için çok fazla zaman gerekli. Dolayısıyla doğanın sürdürülebilirlik şartları içerisinde doğanın kaynaklarını tüketmelisiniz, insan kullanımı için o süreyi aşmak yoluna gitmemelisiniz ve de bu kaynakları son derece doğru ve verimli şekilde kullanmalısınız.
Üçüncü boyut ise toplumsal kapsayıcılık. Benim işe başladığım dönemlerde oluşan bir mono kültür yaklaşımı var ki herkes aynı tüketimi yapabilsin, aynı spor ayakkabıyı giyebilsin diyordu; ama bu bahsettiğimiz mono pazar içerisinde sadece zenginler vardı. Esasında dünyada yaklaşık 2 milyar açlık sınırında yaşayan insan var. Şu anda dünyanın en zengin 62 insanının serveti, dünyanın en aşağıda gelirli %50’sinin toplam servetine eşit. Bu dengesizlik de günden güne açılmaya devam ediyor. Dolayısıyla herkese fırsat sağlayamıyorsunuz. Fırsat derken aynı zamanda en temel şeylerden, temiz suya ulaşım fırsatı, günlük minimum metabolizmasını besleyecek yiyecek bulmaktan bahsediyoruz. Eğitim ihtiyacından, fırsat eşitliğinden bahsediyoruz, insanın uygun koşullarda yaşayabilme yetkinliğinden bahsediyoruz. Belirli insanlar için tüketimi artırmaya çalışırken, diğer tarafta temel insanı ihtiyaçlarını gideremeyen insanların olmasına göz yumamayız. Modelleri bu doğrultuda gözden geçirmeliyiz.
Bahsettiğiniz değişimin bireyden başlayıp topluma yayılması için bir bilincin oluşması gerekiyor. Biz burada ne noktadayız? Eğitim sistemimiz sizce bu açıdan ne durumda?
Ben olumlu taraftayım. Dünya elden gidiyor, iklim bozuluyor, insan refahı kötü yönde etkileniyor söyleminden ziyade bunun değişebilmesi için gerekli olan şartlara odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Kolay kesinlikle değil, ancak mümkün diyorum.
Ben olumlu taraftayım. Dünya elden gidiyor, iklim bozuluyor, insan refahı kötü yönde etkileniyor söyleminden ziyade bunun değişebilmesi için gerekli olan şartlara odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Kolay kesinlikle değil, ancak mümkün diyorum. Bunun için gerekli temel bakış açıları var. Bilinçlenmeleri için o insanlara doğayı hatırlatmak gerek ve hatırladıklarında doğru felsefeye gelebilecek kadar yakınız. Soralım; en güzel çocukluk anılarınız hangi tip anılardır? Bu soru birçok insana sorulduğunda birlikte olmaktan keyif alınan insanlarla doğa içerisinde yapılan faaliyetler, aileleri ve sevdikleri ile geçen zaman cevabını alırız. Onları esasında en mutlu eden ilk spor pabucun alındığı zamandan çok doğada oynanan oyundur. Bence bunu hatırladığınız anda da esasında buna doğru evrilmeye başlıyorsunuz.
Benim ikinci güven noktam gençler. Gençler çok pırıl pırıllar ve benim iş hayatıma girdiğim zamandan çok daha farklı düşünüyorlar. Neyin ne için olduğunu sorguluyorlar. Daha fazla çalışmayı sorguluyorlar. Bu geleneksel manada anne babaların çok iyi olmadığı bir şey olabilir ama aslında doğrusu bu; çünkü dünyada fazla bir tüketim, üretim var. Fazla ürettiğiniz zaman bunu satmak için yöntemler geliştirmeye başlıyorsunuz. Gençler ise bilinç olarak daha doğru bir yerdeler. İnisiyatif almaya da daha açıklar. Doğruyu çok kolay anlayabiliyorlar. Bu açıdan biz ülkemizde çok şanslıyız; bu konuda güvenebileceğimiz çok gencimiz var. Bu doğrultuda da zaten üniversitelerde yaptığımız derslerde çok olumlu geri dönüşler alıyoruz.
Son olarak, kadın meselesini konuşmak istiyoruz sizinle; çünkü bu alanda çok önemli, çok kıymetli çalışmalarınız var. Hem girişimcilik ayağında hem sektörde ve akademide kadınların güncel durumları ile ilgili küresel düzeyde karşılaştırmalar yaptığınızda neler söylemek istersiniz?
Gençler diye girdim; esasında ikinci konu başlığım da kadınlardı; çünkü dönüşümlerde gençlerin enerjisi ile dönüştürme gücü fazla, kadınların ise sistemi besleme gücü fazla. Bir kadın işten çıktığında market alışverişini yapar, evine gider, çocuklarını besler, onların eğitimine destek verir, ertesi gün hazırlıklarını yapar. Belki bir bey aynı patikadan gitmeyebilir. Burada yarıştırmak istemiyorum ama kadın olarak sistemi besleme yetkinliğimiz var. Bunun sürdürülebilirlikte çok etkili olacağına inanıyorum. Bundan yansıyan boyutta da ben iki konuda çalışıyorum. Bir, kadın girişimciliğinin desteklenmesi, yani kadınların bu içgüdüsüyle kurdukları işlerin gelişmesi ve sistemde olması. Diğer bir konu başlığı da genç kadın istihdamı. Kadınların iş hayatında daha eşit fırsatla yer almaları ki bu amaçla yaptığımız farklı programlarla onları destekliyoruz. Hem eğitimlerine destek veriyoruz hem de iş hayatına girmelerine, orada uzun süre kalmalarına destek vermeye çalışıyoruz.
Röportajın Videosu