Optimist Dergisi Röportajımız: Ekonomik Ölçümleme Yetmez
Sustineo İstanbul kurucu ortağı, KAGİDER ve Keiretsu Forum Melek Yatırımcı ağının üyesi Gülin Yücel, kadının iş hayatında öne çıkarılması gereken yetkinliklerini anlatıyor.
Kadının iş hayatına katılımı ve kadın istihdamı ülkemizde giderek çok sayıda paydaş tarafından farklı yönleriyle ele alınıyor. Konu hakkında öne çıkan görüşler daha çok ekonomi ağırlıklı. Bir yandan, “Kadınlar olmadan 2023 hedeflerine ulaşamayız” deniyor, diğer yandan “Kadınların ekonomik faaliyetlerde erkekler kadar verimli olmadıkları” öne sürülüyor. Bu konuları Sustineo İstanbul kurucu ortağı, KAGİDER (Türkiye Kadın Girişimciler Derneği) ve Keiretsu Forum Melek Yatırımcı ağının üyesi Gülin Yücel’le konuştuk.
Bir 8 Mart’ı daha geride bıraktık. Pek çok toplantı yapıldı, kadınların iş hayatına katılımının 2023 hedeflerine ulaşabilmek için bir ekonomik zorunluluk olduğu görüşü, pek çok etkinlikte dile getirildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kadının işe katılımının ekonomik bir zorunluluk olması söylemi, her ne kadar Türkiye’nin 2023 hedefleri için bir gereklilik olsa da, kadın sorununun çözümü bakımından yeterli bir tanımlama değil. Ekonomik tanımlamalar ülkenin refah düzeyini, sosyal katılımcılığı ve gelir dengesi dağılımını gözetmez. Zaten Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Kişi başı GSMH’da dünyanın 17’nci büyük ekonomisi (2012) olabiliriz, ama gelir dağılımında ve birçok kalkınma endeksinde maalesef Türkiye’nin durumu hiç iç açıcı değil. Kadın konusunun temelinde de bu var. Bu nedenle dünya şu anda sürdürülebilir kalkınma bakış açısıyla, yani sadece ekonomik değil, sosyal katılımcılık, yönetişim ölçümlemelerine de odaklanmak gerekliliğini konuşuyor. Sadece ekonomik olarak baktığımızda, ekonomik değeri yaratan birtakım verimlilik ölçütleriyle konuşulur. Ne kadar ürettiğinizle doğrudan alakalı ölçümler yapılır. Bu makroekonomide GSMH’lar, kişi başına düşen gelirlerle ölçümleniyor. Şirket tarafına baktığımızda, bizler sürekli verimlilik ölçeriz. Kişi başına ne kadar satış yapıyoruz, kişi başına ne kadar masrafımız var, hissedar başına ne kadar gelir elde ediyoruz gibi. Kadınları yeterince eşit donanımlarla donatmadan doğrudan bu verimlilik ölçütlerinin içinde konumlandırırsanız, o zaman erkeklerle karşı karşıya bırakırsınız. Burada benim farklı iki görüşüm var. Bir tanesi, kadının ekonomik olarak daha verimli olabilmesi için, özellikle Türkiye’de, öncelikle becerilerini kuvvetlendirmek gerekiyor. Beceriler düzeyinde erkeklerle eşit olduğumuzu düşünmüyoruz. İş ortamında son dönemlerdeki programlar sayesinde kadının üst yönetimdeki temsili biraz arttı. Ama böylesi programların bütün alanları kapsaması ve işe yönelik metriklere dönüşmesi lazım. Sosyal katılımcılık ölçümlemelerine baktığımızda, eğitim ve meslek edindirmeye ağırlık vermek gerekiyor. Örneğin daha çok sayıda üniversite mezunu kadın olması, bunların iş hayatına girmesi ve orada kalması sağlanacak ki bu kadınlar daha verimli olabilsinler. Bu etkileşimli ve birikimli bir süreçtir. O yüzden de sadece ekonomik ölçümlemeler değil, sosyal katılımcılığa yöneltecek, yönetişim boyutunu itecek farklı metrikler, hedefler de koymak ve bu hedefler doğrultusunda hem hükümetin aksiyonlar almasını hem de sivil toplumun bunların üzerine daha aktif gitmesini sağlamak durumundayız.
Dünyada şu anda sadece ekonomik değil, sosyal katılımcılık ve yönetişimsel ölçümlemelere odaklanmak gerekliliğinin konuşulduğunu söylediniz. Örneğin…
Eylül 2000’de, ülkemiz dahil, 192 ülke tarafından Birleşmiş Milletler (BM) zirvesinde resmileşen Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin üçüncüsü “Cinsiyet eşitliğinin teşvik edilmesi ve kadınların güçlendirilmesi”. Ekonomik fayda burada da kesinlikle bekleniyor ama ekonomik faydaya gelene kadar ülkelerin başka aksiyonlar alması gerektiği vurgulanıyor. Bunları yönlendirebilmek için de üç kategoriden oluşan bir Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi oluşturulmuş. Birinci kategori üreme sağlığı. Annenin ve doğan çocuğun sağlığı ölçümleniyor. Bu konuda Türkiye’de iyileşmeler var. BM’nin hedefi 2015’e kadar çocuk ölümlerini dörtte üç oranında azaltmak. Biz 1990’da yüzde 67 iken, yüzde 20’ye düşmüşüz. Bu değerlere göre, bir yıl içinde yüzde 15’in altına düşmemiz lazım. İkinci kategoride, kadının güçlendirilmesi konusu içinde yer alan eğitimde nispeten daha iyi yol aldık. Fırsat eşitliği en azından var gibi duruyor ve bu alanda gelişiyoruz. Ancak parlamentodaki kadın oranı bakımından da çok yol almamız gerekiyor. 1990’da parlamentodaki kadın temsil oranımız yüzde 1,3 müş. Şu anda 14,2’ye çıkmışız. Ama nüfusun en az yarısının kadın olduğunu düşündüğünüzde ve temsil bazında baktığınızda kadın temsili yok. Ayrıca var olanlar yüzde 85’i erkek olan bir parlamentoda ne kadar etkin bir temsil gösterebiliyor, o da ikinci bir soru işareti. Ama bunlar olmadan, kadınların iş hayatında daha fazla desteklenmesini sağlayacak yasalar çıkmadan da çok ilerleyebilmek zor. Üçüncü kategori olan iş hayatına katılımda çok kötü durumdayız. Burada bütün ülkeler, çocuk bakımına kamusal ve özel yuvalarla destek veren İskandinav ülkeleriyle kadınların neredeyse çalışma izinlerinin olmadığı Ortadoğu ülkeleri arasında sıralanıyor. Kadının katılımı açısından baktığımızda BM endeksinde kadının çalışmasının yasak olduğu Ortadoğu’yla aynı renklerdeyiz.
Günümüzde iş hayatının aslında iletişim yetkinliği, ekip çalışmasına yatkınlık gibi kadınların kendilerine özgü becerilerine ihtiyacı var. Bu konuda bizim ülkemiz ne durumda?
Biraz önce saydığımız sebepler iş ortamında da etkili. Eğitimi, becerileri yeterince işe uygun olmayan, çocuk/yaşlı bakımı ve iş arasında gidip gelen, yönetimde sesini duyurabileceği temsil oranına sahip olmayan kadının işte eşit bir verimlilik sağlaması neredeyse olanaksız. Ben şanslıydım. Kadın yönetici oranının, kadın çalışan oranının çok yüksek olduğu bir kültürde 19 sene çalıştım, IBM Türkiye’de. Çünkü kadın bakış açısıyla söylenenler ve yapılanlarla erkek bakış açısıyla görülen ve planlananlar çok farklı olabilir. Bunlar birbirini tamamlayan konular. Mesela kadınlar çalışan becerilerinin gelişmesi konusunda, değerlerin iyi yönetilmesi konusunda çok hassaslar. Hiçbir açıdan hiçbir çalışana haksızlık yapılmaması konusunda da çok duyarlılar. Müşteri ortamlarında biz gerçekten daha sabırlıyız. Sabırla dinliyoruz ve o işin peşini bırakmıyoruz. O iş olsun diye sonuna kadar sadece müşterinizle değil, içeride de mücadele ediyorsunuz. Bunu biz çok net yaşadık. Yani kadın sesiyle erkek sesinin orantılı olduğu ortamlarda daha iyi iş sonuçları elde edebildik. Ekonomik fayda ve verimlilikler adına da, daha uzun süre çalışanları şirkette tutabilmek, çalışanların becerilerinin geliştirilmesi adına da. Bunlar müşteri memnuniyetine yansıyan şeylerdir. Ama genelde Türkiye olarak gidecek çok yolumuz olduğunu düşünüyorum.
Siz bu yolda ilerlemeye katkıda bulunacak bir projeye, KAGİDER’in Geleceğin Kadın Liderleri Projesine liderlik yaptınız. Proje kariyer yolculuğundaki genç kadınlara ne gibi destekler sağlıyor?
Projede, “Kadınlar iş hayatına ne kadar erken ve ne kadar doğru bir formatta girerlerse, o kadar uzun dönemli katkı verebilirler” noktasından hareketle bir kurgu geliştirdik. Fırsat eşitliğine sahip olmayan, üniversiteyi bitirmek üzere ama potansiyeli yüksek genç kadınları seçiyoruz ve işe yönelik teknik beceriler, kariyerlerini daha uzun süre yönetebilmelerini sağlayacak konularda eğitimler veriyoruz. Eğitmenler de bizleriz. Kendimiz de onlara rol modeli olmaya çalışıyoruz. Topluma dokunduğumuz bir proje oldu. Sosyal gönüllülük de anlatıyoruz. Biz bu kadınların sadece başarı odaklı olmalarını değil, aynı zamanda sosyal gönüllü olmalarını da bekliyoruz. Sonuçta bizimki de bir sosyal gönüllülük projesi. Eğitim başlıklarımızdan bir tanesi de bu zaten, oradan da rol modeller gösteriyoruz. Sonrasında da işe girerlerken ve iş hayatlarının ilk beş senesinde açmazlara düştüklerinde, bunaldıklarında, bir şeyler sormak istediklerinde onlara yol gösterici oluyoruz. Şimdi 270 genç kadınımız oldu. Dört-beş senelik bir program bu. Artık birbirlerine de yardım etmeye başladılar. Bu yılın planlamalarını da yaptık. Proje liderimizi seçtik. İki senede bir proje liderliğini devrediyoruz. KAGİDER’in en uzun soluklu projelerinden biri; devam edeceğini ümit ediyorum.
Kadın konusundaki duyarlılığınız, Sustineo İstanbul’da iş yapış şeklinizi nasıl etkiliyor?
Sustineo İstanbul’un amacı zaten sürdürülebilir kalkınma prensipleriyle şirketlerin, organizasyonların, kamunun ve sivil toplumun dönüşümüne destek vermektir. Bu dönüşüm ekonomik, çevresel ve sosyal boyutları kapsar ve yukarıda bahsettiğimiz gerekliliklerin oluşabilmesi için nedenleri, fırsatları ve tehditleri ortaya koyar. Özetle biz sosyal girişimcilik kurgusunda tüm bu dönüşüme liderlik etmeye çalışıyoruz.