İş dünyasının sorumluluğu
İş dünyası iklim krizinin ne olduğunu, sigorta sektörü hariç, henüz anlamış değil. Kısa vadede de büyük bir aydınlanma yaşanabileceğini çok mümkün görmüyorum.
4 Mart’ta Fast Company dergisi ve Yuvam Dünya hareketinin ortaklaşa düzenlediği İklim ve İnovasyon Zirvesi’nde iş dünyasının iklim değişikliğine olan bakışını dinleme fırsatı elde ettim. Kısaca anlatmak gerekirse iş dünyası iklim krizinin ne olduğunu, sigorta sektörü hariç, henüz anlamış değil. Kısa vadede de büyük bir aydınlanma yaşanabileceğini çok mümkün görmüyorum.
Bugün Ardahan’dayım. Her yerin dizime, hatta belime kadar karla kaplı olacağı umuduyla geldim ama Ardahan Üniversitesi çevresinde sadece yol kenarlarında azıcık kar kalmış durumda, tepelerde de biraz kar görüyorsunuz, ama o kadar. Çevrede konuştuğumuz insanlar endişeli çünkü buralarda toprağı kar besliyor, ne kadar az kar, o kadar az su demek bu bölge için. “Benim çocukluğumda burada 3-4 metre kar birikirdi” diyen çok insan var. Çıldır Gölü üzerinde düzenlenen festival. buz çok ince olduğundan bu sene çok kısıtlı biçimde yapılabilmiş. Isınma her geçen sene hızlanarak bölgeyi etkiliyor. 10 sene önce buradaki yaşamın nasıl yürüdüğünü biliyoruz ancak 10 sene sonra nasıl yaşanacağını öngörebilmek adeta imkansız. Dünyamızın geri kalan bölgelerinde de durum çok farklı değil.
Bu kaotik görünümlü ortamda iş dünyasının da planlama yapması son derece güç. Klişe bir laf olacak ama kesin olan tek şey hiçbir şeyin kesin olmadığı. Ancak yarının bugünden farklı olacağını da fark etmek çok da zor değil. Dolayısıyla planlamamızı buna göre yapmalıyız. Oysa iş dünyası sürdürülebilirlik kavramını, bugünkü düzenin sürdürülebilmesi olarak algılayıp gösterişli raporlar yazarak geleceğe hazırlandıklarını düşünüyor gibi geldi bana.
Sürdürülebilirlik
İş dünyasının iki çeşit sorumluluğu bulunuyor. Öncelikle ürettikleri ürünlerin doğada yaşamakta olduğumuz, başta iklim krizi olmak üzere tüm çevre problemlerine neden olmayı durdurması gerekiyor. Ama eşit derecede önemli olan ikinci unsur da bu değişikliklerin şirketlerin geleceğini tehlikeye sokmaması gereği. Gerek hammadde, gerekse de üretim tesisleri açısından bakıldığında bu şirketlerin sürdürülebilirliği açısından son derece kritik bir konu.
2011 yılının son çeyreğine girildiğinde bilgisayarlar için üretilen sabit disklerin pazar lideri Western Digital firmasıydı. Ancak Western Digital’ın Tayland’daki fabrikasını sel suları bastığında bu fabrika çalışamaz duruma geldi ve sonrasındaki uzun bir dönemde pazar liderliği Seagate’e geçti. Benzer örnekleri pek çok alanda verebilmek mümkün. İklim krizinin kime nerede zarar vereceğini anlık olarak tahmin etmek güç olsa da bu tehlikenin varlığı artık tartışılmayan bir gerçeklik. Ama belki de daha önemli bir faktör hammadde temininden kaynaklanıyor.
Hammadde temini
Özellikle gıda sektöründe besin maddelerinin temini orta ve uzun vadede bir problem yaratacak. Küreselleşme daha ucuz olan hammaddenin dünyanın öbür ucundan getirilmesini mümkün kılsa da üreticileri küresel problemlere karşı da dayanıksız hale getirdi. Dünyanın iki ayrı noktasında aynı anda oluşabilecek bir kuraklık, ülkemizdeki tarımsal ürün ihtiyacını da ciddi biçimde etkileyebilir. Bu etkileri azaltmanın en kolay yolu yerelde dirençliliğimizi artırmaktır. Ancak gıda sektörünün ana çabası yereldeki dirençliliği artırarak orta ve uzun vadede sürdürülebilirlik sağlamaktansa kısa vadedeki karı sürdürmeye dayanıyor.
‘Hijyensizlikten ölmek…’
Bunun ötesinde en başta gıda sektörü olmak üzere aşırı bir ambalaj kullanımımız var ve bu kullanımın azaltılması akıllara bile gelmiyor. Bir noktada küçükken açık bisküvi satın aldığımız söylendiğinde dehşet içerisinde “hijyen” problemlerinden bahsedildi. Küçükken ailemle bir bisküvi fabrikasının yakınında yaşıyorduk. En büyük keyfimiz de akşamüzerleri fabrikanın satış mağazasına gidip açık ama taze bisküvi almaktı. Hiçbirimiz “hijyensizlikten” ölmedik bugüne dek ve bisküvileri, çay poşetlerini, içtiğimiz suları, aldığımız makarnayı kat kat sarmalayan ambalajlar da yediklerimizi gerçek anlamda daha sağlıklı kılmadı. Hatta her geçen gün içimizde daha derin bir şüphe ile yaşıyoruz. Bir bardak çay içebilmek için çayı ortalama dört kat ambalajla tüketiciye sunuyoruz ve bunun doğaya verdiği hasarı neredeyse tamamen göz ardı ediyoruz.
Geri dönüşümden önce tekrar kullanmayı düşünmek
Geri dönüşüm ise bambaşka bir problem. Giyim sektöründe bile giyeceklerin geri toplanıp ham maddelerine ayrılıp tekrar üretimde kullanılması konuşuluyor. Ama sürdürülebilirlik açısından döngüsel ekonomi içinde yapmamız gereken geri dönüşümden önce tekrar tekrar kullanmaktır. Bunu yapabilmek için de ürünlerin dayanıklı olması gerekiyor. Bir sonraki adımda da geri dönüşüm yerine ikinci, üçüncü el kullanıma döndürmek, sonrasında başka amaçla kullanmak ve en sonunda başka hiçbir şey mümkün değilse geri dönüşüme sokmak geliyor. Bu adımların tasarlanması da önemli sistemik değişimler gerektiğinden sürdürülebilirlik raporları yazıp geri dönüşüm yapmak daha kolay görünüyor.
Elbette bunlar üretim sektöründeki tüm firmalar veya firmaların yaptığı tüm uygulamalar için geçerli değil. Bayilerinde A+++ bulaşık makinası bulamamış olsam da Arçelik’in kurmuş olduğu ve buzdolaplarının %98 oranında geri dönüşümünü sağladıkları tesis doğru yolda atılmış adımlardan biri olarak öne çıkıyor. Bir de ürünlerin uzun süre bozulmadan kullanılmasını ve sonrasında da tamirini sağlayabilsek sürdürülebilirlik yolunda ciddi adımlar atabiliriz.