Hava olaylarının şiddetindeki değişim, iklim değişikliğinin bir sonucudur
‘Bundan 50 sene sonra bir petrol şirketi mutlaka bir mahkemede ‘siz karbondioksit salan bir ürünü üretip satarak bu kasırganın oluşmasına ve bu kasırganın da 100.000 kişinin evsiz kalmasına neden oldunuz’ suçlamasıyla karşı karşıya kalacak.’
Bilim konusunda bir şeyi çok iyi anlamamız gerekir: Bilim insanı çoğu konuda %100 emin değildir. %99 emin olduğunda %99.9 emin olmak için çaba gösterir. Siz “emin misin?” diye sorduğunuzda karşınızda iki şapkası olan bir insan vardır. Bilim insanı olan şapkasını giydiğinde “kesin emin değiliz, ama belirsizliği azaltmaya çalışıyoruz” cevabını verir. Gündelik yaşam şapkasını takacak olursa da “tabii ki eminiz” diyecektir. Mesela bir asansöre bindiğinizde o asansörün sizi sağ salim üst kata çıkartacağına emin misiniz? Şüphe ediyor olsanız zaten merdivenleri yürüyerek çıkardınız. Ama bu, dünyadaki asansörlerin hiç arıza yapmadığı ve yapmayacağı anlamına da gelmiyor. Bu nedenle teknik olarak “%100 eminim” demeseniz de gündelik anlamda “eminim” diyerek asansöre binersiniz.
Peki hiç sorgulamaya diğer taraftan başladınız mı? Yani “asansör doğal olarak güvenlidir ve ben asansöre güvenerek binerim, dolayısıyla asansörün güvenli olmayacağını düşünen biri bana bunu kanıtlamalı, o kanıtlayana kadar ben güvenli olduğuna inanırım” yaklaşımı, neden doğal yaklaşımımız değil? İnsan hayatında genelde hep bu ikilem yaşanır ve biz kendimiz için doğal olan düşüncenin tehlikeli olandan sakınmak olduğunu düşünürüz. Bundan dolayı da bize gereken söz konusu “şeyin” tehlikeli “olmadığının” kanıtlanmasıdır.
Yönlendirilmiş sorular, zorunlu yanıtlar
Ne yazık ki bu genel yaklaşım ekonomik sistemin baskılarıyla çökmeye başlamıştır. Ekonomik sistem bazen tehlikeli olduğu apaçık ortada olan bir şeyden kazanç elde etmeye devam etmek istediğinden bizim o şeyin tehlikeli olup olmadığını araştırmamızı bile istemez. Araştırdığımızda da bizi “bu şeyin tehlikeli olduğuna emin misiniz?” şeklinde bir araştırma sorusuna mecbur bırakır. Bu araştırma şekli geçen yüzyılın ortalarında tütün kullanımı konusunda açık bir şekilde ortaya konmuştur. Eldeki tüm veriler tütün kullanımının sağlığa zararlı olduğu yönünde olmasına rağmen tütün endüstrisi bütün gücüyle “tütünün sağlığa zararlı olduğuna emin değilsiniz” sloganına sarılmıştır. Mahkemede görüşüne başvurulan bir bilim insanına “tütünün sağlığa zararlı olduğuna %100 emin misiniz?” sorusunu sorduğunuzda buna verilecek bilimsel cevap “%100 emin değiliz” olacaktır. Ama bu sorunun gündelik cevabı “eminim”dir.
Oysa burada insanın ölümüne neden olabilecek kadar ciddi bir sorundan bahsediyoruz. Öyleyse soruyu neden böyle soruyoruz? Tütün mamullerini üreten kimsenin, ürettiği ürünün insan sağlığına %100 zararsız olduğunu kanıtlaması gerekmiyor mu? İşte burada kapitalist sistem sizin soruyu bu şekilde sormanıza izin vermiyor. Biri size diyor ki “gel şu uçurumdan atlayalım” ve siz “ölmeyeceğimize %100 emin misiniz?” yerine “ölme ihtimalimizin %100 olduğuna emin misiniz?” diye sorabiliyorsunuz ancak. Cevap “ölme ihtimaliniz %100 değil” olduğunda da siz buna güvenerek atlıyorsunuz. Bunun aptalca göründüğüne eminim ama ne yazık ki içinde yaşadığımız düzen bizi çoğu kez bu durumda bırakıyor.
Bilim insanlarının ikilemi
İklim değişikliğinin bilimsel nedenleri alanındaki çalışmalar aslında 1896 yılında sona erdi. Svante Arrhenius (Greta Thunberg’in büyük büyük büyük amcası) atmosferdeki karbondioksit miktarını iki katına çıkartacak olursak dünyanın ortalama sıcaklığının da 5-6 derece artacağını bilimsel olarak ortaya koydu. Bundan sonra bilimsel konuşacak herhangi bir tanığı mahkeme sandalyesine oturtacak olsanız “atmosfere saldığımız karbondioksidin dünyayı ısıtacağına emin misiniz?” sorusuna vereceği cevap “evet” olacaktır. Bundan dolayı bu soru artık mahkemede sorulabilirliğini yitirmiştir.
Peki mahkemeye neden bu kadar taktık? Çünkü bundan 50 sene önce tütün sektörü kullanıcıların sağlık sorunlarından kolayca kaçabilirken bugün artık durum tam tersine dönmüştür. Bugün de kömür, petrol ve doğalgaz üreticileri sorumluluktan kolayca kaçarken 50 sene sonra durum tersine dönecektir. Bugün mahkemede “Antalya’da görülen hortumun iklim değişikliği nedeniyle meydana geldiğine emin misiniz?” sorusu sorulduğunda bilim insanları mecburen “tam emin değiliz” demek zorundadır. Ama burada bilim insanlarının asıl cevabı “eminiz” olmalıdır. Yalnız fosil yakıt sektörü sorunun oluşturulma şeklini kontrol altına aldığından başka türlü cevap vermek mümkün değildir. Bu iklim bilimi ile fosil yakıt üreticileri arasında yürütülen gizli bir savaştır ve çoğu iklim bilimci de bu savaşta normal bilimsel düşünceyi kullanarak kolayca tuzağa düşürülmektedir. Bunun en önemli nedeni sorunun sorulma şeklidir. Tehlikeli bir durumla karşı karşıya kaldığımızda o tehlikeyi yaratması neredeyse kesin olan bir olgu karşısında hala “bu olgunun tehlikeyi yarattığına emin misiniz?” diye sormak yerine “bu olgunun tehlike yaratmadığına emin misiniz?” diye sorulacak olsa bilim insanları çok daha rahatlıkla cevap verebilecek durumda olacaklardır.
Bundan 50 sene sonra bir petrol şirketi mutlaka bir mahkemede “siz karbondioksit salan bir ürünü üretip satarak bu kasırganın oluşmasına ve bu kasırganın da 100.000 kişinin evsiz kalmasına neden oldunuz” suçlamasıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu suçlamadan kurtulmanın tek yolu “bu kasırganın iklim değişikliği nedeniyle oluştuğunu kanıtlayamazsınız” savunmasıdır. Bu savunma da hukuktaki “suçlu bulunana kadar suçsuzdur” düşüncesinin bir karşılığıdır, yalnız bilim böyle çalışmaz.
Bilim der ki: İklim değişikliği dünya atmosferinin ısınmasına neden olur. Isınan atmosferdeki tüm moleküller bu ısıyı eşit biçimde paylaşırlar. Bu moleküllerin hareketlerinden oluşan hava olayları da bu moleküllerin her birinin hızına, yani ısı enerjisine bağlıdır. Siz bu ısı enerjisini artırdığınız zaman molekülün hızı değişecek, belki de bu değişim bundan bir ay sonra binlerce kilometre uzakta bir kasırganın şiddetlenmesine neden olacaktır. Buna “kelebek etkisi” denildiğini biliyorsunuz. Bundan dolayı da kanıtlanması gereken o kasırganın oluşumunda bu kelebeğin kanatlarını çırpmasının ya da bir molekülün hızının artmasının herhangi bir etkisi olamayacağıdır. Mahkemede “atmosferdeki tüm moleküllerin hızlarının az da olsa artmasının bu kasırganın oluşmasında bir etkisi olmadığına emin misiniz?” diye sorulduğunda bilimsel cevap “kesinlikle emin değiliz” olacaktır. Yani iklim değişikliğinin hava olaylarının oluşmasına etki etmediğini göstermeniz imkansızdır. Ama ne yazık ki kapitalist sistem sizi soruyu diğer yönden sormak zorunda bırakınca problemin ne derece büyük olduğunu görmekte zorluk çekiyorsunuz. Şimdilik şu bilin yeter: Hava olaylarının şiddetindeki değişim iklim değişikliğinin bir sonucudur.
Bu yazı ilk olarak Yeşil Gazete‘de yayınlanmıştır.