COP26’ya Giden Yolda “Umut Rehberliği”
Hepimiz iyi olan şeyleri yapmak istiyoruz. İklim krizinin yüzyılın en büyük tehdidi olduğunu (en azından çoğumuz) görüyoruz. Bununla birlikte şirketlerin doğal kaynakları sonsuzmuşçasına kullanmaya devam ettiklerine, gelir eşitsizliğinin pandemi döneminde artarak sürmesine tanıklık ediyoruz. Gençler devletlerin ve tüm büyüklerin sorumsuz davrandığını söylüyor ve “artık daha iyi yapıyoruz” söylemlerinin palavra olduğunu söylüyorlar. Gerçeğimiz ise, uluslararası anlaşmayla sağlanan 1,50 C ısınma içinde kalmak için “2030’a kadar emisyon artışının yarı yarıya azalması” hedefine karşılık %16 artacağı öngörüsü. Diğer yandan, eğer hemen harekete geçersek, 1,5 derece içinde kalmak hâlâ mümkün. Evet, bir dönüşüm noktasındayız. Mevcut gidişatı kısmi iyileştirmelerle sürdürecek miyiz? Yoksa bambaşka bir yolda mı ilerleyeceğiz? Bu yazıda, ne yapmamızdan öte, nasıl olmamız gerektiğine odaklanıp, “Umut Rehberliği” yapmak istiyoruz. Korkmak veya korkuyu yaymak, bilgi vermek veya çözümleri diretmek bizi bu ölçekteki bir kriz karşısında başarılı yapamaz. Mevcut gerçeğimiz ile yüzleşmemiz, yapmamız gerekenlere odaklı ve yetkin olmamız gerekli.
İklim Krizi Karşısında Ne Kadar Kırılganız?
Gerçeklerle yüzleşmek adına, iklim krizi karşında ruhsal açıdan neler yaşadığımızı anlamamız gerekli. American Psychiatric Association’ın (APA) Ekim 2020’de yaptığı araştırmada katılımcıların %50’si, iklim krizinin etkilerini bireysel olarak yaşamış olmalarından bağımsız olarak, ruh sağlıklarının yerinde olmadığını söylemiş. Mayıs 2021’de İngiltere Imperial Üniversitesi tarafından yapılan araştırma ise iklim krizi ile ruhsal sağlık ve duygusal durum arasında bir ilişki olduğunu kanıtlıyor. Artan sıcaklıklar ile intihar vakaları arasında doğrusal bir ilişki var. Özellikle gençler en fazla “eko-endişe” yaşayanlar.
Türkiye Ne Kadar Eko-Endişeye Sahip?
Yuvam Dünya ve Konda’nın Nisan 2021’de 74 ilin 372 ilçesinde yaptığı araştırma toplumsal olarak kritik eşiği geçtiğimizi ve temelde iklim krizinin var olup olmadığına dair bir tartışma kalmadığını gösteriyor. “Farkındalık”, “kırılganlık” ve “sorumluluk” perspektiflerinde verilen cevaplardan çıkarımlar şöyle özetlenebilir:
- Farkındalık: Kamusal alanlarda daha yüksek olmakla birlikte, katılımcıların dörtte üçü iklim krizinin hava olaylarına ve doğaya etki ettiği konusunda farkındalığa sahipler.
- Kırılganlık: Her üç kişiden ikisi iklim değişikliğinden dolayı meydana gelebilecek bir olay veya durumda başkalarına kıyasla daha fazla zorlanacağını düşünüyor ve kırılgan hissediyor. Ekonomik seviyesi en düşük olan kümenin %81’i (özellikle ekonomik özgürlüğü bulunmayan ev kadınları, öğrenciler ve işsizler) herhangi bir felakete maruz kaldığında diğer kişilere kıyasla çok daha zorluk yaşayacağını düşünüyor.
- Sorumluluk: Her beş kişiden dördü sorumluluğu devlette, yarısından fazlası (%55’i) hem devlet hem de vatandaşta buluyor.
Birleşmiş Milletler’in 149 ülke arasında yaptığı Dünya Mutluluk Raporu’nda Türkiye’nin geçen senelere oranla 104. sıraya gerilemiş durumda olduğunu düşünürsek, buna hangi oranda eko-endişenin sebep olduğunu bilmesek de seneler içerisinde azalan genel mutsuzluk düzeyini ciddiye almak zorundayız.
Nasıl Bir “Umut Rehberliği”?
Öncelikle duygusal zekamıza güvenmemiz gerekiyor. İşimiz, faaliyetlerimiz ile kriz arasında nasıl bir duygusal ilişki var? Korku, endişe, sinir seviyemizi umut ve iyimserliğe nasıl dönüştürebiliriz? Bunu düşünmemiz gerekli. İkinci adım herkesin aynı noktada olmadığı ve dönüşümü yönetenlerin diğerlerinin aynı noktaya gelebilmesi için empati duyması ve tutkuyu yaygınlaştırması. Herkesi aynı noktaya taşıyabilmek için sabırlı olmak gerekiyor. Dönüşüm dünyasındaki bizlerin kullandığı bir söz şöyle der: “Hızlı ilerlemek için yavaş gitmek lazım”. Kuşkusuz araya hedefler, ölçümlemeler, kilit göstergeler girdiğinde iklim krizine yönelik çalışmak oldukça zorlayıcı. Bunu işin her alanına nasıl yaygınlaştırabiliriz? Herkesin uyumlu bir şekilde çalışmasını nasıl sağlayabiliriz? Burada sistemsel yapılar olduğu kadar, bir kültür dönüşümü yönetimi de gerekli olacaktır. Sürdürülebilirlik dönüşümünde çalışanların “kuvvetli hissiyatları” diğerleri üzerinde bir baskı olmamalı; tersine rehberlikleri bir itici güç, destek ve umut olmalıdır. İklim psikoloğu ve araştırmacısı olan Renée Lertzman, kurduğu “Project Inside Out” ile iklim ve sürdürülebilirlik etrafında çalışanlara, ihtiyaç duydukları araç ve kaynakları sunmayı hedeflemiş. Google, VMware, Unity gibi kurumlarla geliştirdiği yöntemler ile karmaşık değişim konularına yönelik çözüm üretme yöntemleri sunuyor. Greenbiz’den Lauren Phipps Ekim 2021’de yaptığı röportajda Lertzman’a iklim krizine yönelik endişesini kişisel seviyede yönetmek için ne yaptığını sorduğunda şu cevapları almış:
-Kendime geri dönüyorum. Nefes ve meditasyon yaparak, dünyada herkesin bu krizi önemsediğini, gezegeni sevdiğini ve bu konular üzerinde çalıştığını düşünüyorum.
-İçinde olduğum kurumdaki rolümü ve burada başkalarının da aynı sorumluluğu taşıdığını hatırlıyorum.
-Diğerlerine ulaşıyor ve hislerimden bahsediyorum. Bu kendimi çoğu zaman daha iyi hissettiriyor.
Neden “Umut Rehberliği”?
İklim krizinin bu yüzyılda başımıza gelen en büyük felaket olacağı etrafındaki endişe ve kaygıyı acilen bir umut yolculuğuna ve eyleme geçme enerjisine dönüştürmemiz gerekli. Sebepler ortada:
1) Krizi önleme şansımız var. Hızlı ve planlı bir şekilde ilerlersek 2030 hedefini gerçekleştirebiliriz (emisyonlarda %50 azalım) ve yüzyıl ortasına kadar sıfır emisyon bir düzenek yaratabiliriz.
2) Mutsuzluk ve endişenin kimseye faydası yok; ötesinde bizi hasta ediyor. Oysaki iyileşme çabası içerisinde iyiye odaklanma ve iyiyi yapma şansımız var. Buna değer…
Bu yazı ilk olarak EKOIQ Kasım-Aralık sayısında yayınlanmıştır.