Bildiği Çok Şey Olan Bilim İnsanlarının Bilinmeyene Dair Temkinleri
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 6. Değerlendirme Raporu’nun üçüncü bölümünü sunan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres konuyu hiç olmadığı kadar açıklıkla ortaya koydu: “Devletler size yalan söylüyor.” Bunca toplantı, karar ve anlaşma sonrasında iklim krizini durdurmak için yapılan şeylerin toplamı sıfır olmasa da bunların etkisi problemin büyüklüğü karşısında sıfır kabul edilebilir. Bu sorunun büyüklüğünü birkaç nokta ile anlatabiliriz: Bilim insanlarının düşünce yapılarını, düşündüklerini ve söylediklerini anlamak zorundayız. Günlük hayatımızda karşımıza çeşitli riskler çıkar ve bu risklerin gerçekleşme olasılığı oldukça düşük olduğundan umursamadan hayatımıza devam ederiz. Örneğin asansöre binmek bir risktir. Sonuçta asansör mekanik bir cihazdır ve cihazda oluşabilecek çeşitli problemlerden ötürü insanların hayatını kaybetme riski vardır. Ancak risk küçük olduğundan çoğumuz bu durumu umursamayız. Bilim insanları ise size asla asansörün “kesinlikle güvenilir” olduğunu söyleyemezler çünkü “kesinlikle” kelimesi bilimde çok ayrı bir anlam taşır. “Kesinlikle” %100 demektir. “Kesinlikle” başka yolu yok demektir. Bilim insanları daha çok olasılıklar çerçevesinde düşünürler ve olayları o şekilde ortaya koyarlar. Davranışlarında da asansöre binmeyi tercih ederler çünkü riskin davranış değişikliğine gerek bırakmadığına inanırlar.
TAMAMEN ÖLÇÜLÜP DENETLENEMEYEN KONUMUZ
Yalnız konu asansör gibi mekanik ve neredeyse tamamen ölçülüp denetlenebilen bir konu değilse bilim yorum yapmamayı tercih eder. Örneğin, atmosfere yaydığımız karbondioksidin atmosferi ısıttığına emin miyiz? Kesinlikle evet!
Atmosfere 1000 milyar ton daha karbondioksit saldığımızda atmosferin kaç derece ısınacağını biliyor muyuz? Aslında biliyoruz ama burada bilim insanları çok iddialı konuşmak yerine temkinli davranmayı seçiyorlar. Onlardan çoğunlukla “Isınma muhtemelen 2,5 ila 3 C arasında olur,” şeklinde bir yorum duyarsınız. Dönüp aynı bilim insanlarına “Peki, neden muhtemelen diyorsunuz?” diye soracak olursanız “Bildiğimiz çok şey olmasına karşın bilmediğimiz çok şey de olduğundan temkinli konuşuyoruz” cevabını alırsınız. Normalde çoğumuz bu cevabın geleceğini bildiğimizden o soruyu sormayız ve dururuz. Ama durmayıp bir soru daha sorsak ve “Peki, sizin hissiyatınıza göre bu bilmediğiniz şeyler ısınma seviyesini artırır mı azaltır mı?” desek cevap büyük olasılıkla “Artırır” olacaktır.
BİLİM İNSANLARININ “ÇOK İYİMSER” UYARILARI
Kısacası, bilim insanlarının bizlere gelecekle ilgili söyledikleri çoğu şey aslında karşımıza çıkacak olan problemin neredeyse emin olduğumuz kısmıdır. Ancak problem karşımıza bundan kat kat kötü sonuçlar çıkartabilir ve ne yazık ki daha iyi bir sonuçla karşılaşma şansımız çok düşüktür. Bu nedenle bilim insanları “Isınmayı ortalama 2 C’nin altında tutmalıyız” diyorlarsa bunu çok iyimser bir uyarı olarak almalıyız. Aslında yapmamız gereken muhtemelen ısınmayı bugünkü seviyede (1,3 C) durdurmaktır. Dünyanın 2 C’ye kadar ısınmasına izin verirsek başımıza oldukça büyük belalar açacağımız kesin ve daha da büyük belalar açılması muhtemel ama bilim insanları temkinli davranarak bizi fazla korkutmuyorlar.
PARİS ANLAŞMASI’NIN ÖZÜ
Bir diğer konu Paris Anlaşması’nın niteliği. Her ne kadar Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 2 C’nin oldukça altında ve mümkünse 1,5 C ile sınırlaması düşünülse de anlaşmanın yapısında ısınmayı yeterli biçimde azaltacak hükümler yok. Anlaşma Çin’in iklim müzakerecisi Xie Zhenhua’nın düşüncesi. 2014 yılında Lima’daki iklim görüşmelerinin de anlaşma ile sonuçlanmayacağı belli olduğunda Xie, bir anlaşma fikri ortaya attı. Bu fikre göre devletler iklim krizini önlemek için kendi belirledikleri önlemleri bildirip bildirilen önlemlere göre de bir anlaşma yapılacak. Paris Anlaşması’nın özü bu. Devletlerin belirledikleri önlemler ısınmayı değil 1,5 C ile durdurmak, neredeyse 3 C’ye artıracak seviyede. Anlaşma süresi 2030 yılına kadar ve sürenin yarısı geçmiş olmasına karşın devletler hâlâ ısınmayı nasıl olup da 1,5 C ile sınırlayacakları konusunda bir fikir birliğine varamadılar!
Tüm kol kıvırmalar sonucunda Glasgow’da varılan nokta, “Şayet herkes verdiği sözü tutacak olursa” ısınmanın 2,4 0C ile durdurulabilmesine izin verecek.
TAAHHÜTLERE KARŞIN AÇILAN YENİ KÖMÜR MADENLERİ
Glasgow iklim görüşmeleri öncesinde ülkemiz de dahil olmak üzere çok sayıda devlet 2050 yılı ve sonrasına dair iklim hedeflerini açıklamıştı. Örneğin geçen yıl bu zamanlarda İngiltere Hükümeti 2035 yılına dek seragazı salımlarını 1990 seviyesine göre %78 azaltacağını ve 2050 yılında da net sıfır seragazı salan bir ülke olacağını taahhüt etti. Aradan daha bir yıl geçmeden bu taahhüdü yerine getiremeyeceklerini söylemekle kalmayıp yeni kömür madenlerinin açılmasına izin verdiler.
Diğer ülkelerin de tutumları benzer. Politika masasında verilen çoğu söz gerçeğe uymadığından herkes evine geri döndüğünde değişik bir yol çiziyor. Dolayısıyla küresel ısınmanın 2,4 C ile durdurulması dahi artık bir mucize olmadıkça imkan dahilinde değil. Bilim insanlarının anlattığım düşünce ve davranış tarzlarını da hesaba katacak olursak yeryüzünü 2,4 C’nin oldukça üzerinde bir ısınmanın beklediği aşikar.
GUTERRES, “YALAN SÖYLÜYORLAR” DİYOR
Peki, devletlerin taahhütleri bizi hedefe ulaştırmaktan bu derece uzaksa hâlâ nasıl masada oturabiliyorlar? Guterres hiç de nazik davranmadan bunun cevabını verdi: “Yalan söylüyorlar.” Bu yalanların en önemlisi ise şu anda kendimizi fazla üzmeye gerek olmadığı, gelecekte geliştirilecek bir teknolojinin tüm bu problemleri hızla çözeceği. Gelecekte ortaya çıkacak teknolojilerin en önemlisi de karbonu yakalayıp ya kullanma ya da saklama teknolojileri. Bunu kabaca ikiye bölecek olursak termik santrallardan çıkan karbondioksidi tutma teknolojisi halen var, yeni bir çığır açılmasına hiç gerek yok. Ama bu teknoloji üretilen enerjinin fiyatını neredeyse %50 artırdığı için kullanılmıyor. Olduğu haliyle kömür ve doğalgazdan elektrik elde etmek zaten rüzgar ve güneşe göre pahalı. Bir de bunun üzerine %50 karbon tutma maliyeti eklenecek olursa kömür ve doğalgaz santralları tamamen pahalı kalır. Asıl önemli nokta burada. Bu sektörler şu anda bile ancak devlet desteği ile rekabetçi konumda kalabiliyor. Karbonu tutacak yatırımı yapsa ayakta kalamaz. Unutmayın, ülkemizdeki çok sayıda kömürlü termik santral, bacasından çıkan partikülleri tutacak filtreyi taktırmanın maliyetine bile katlanmak istemiyor.
Bir diğer tarafta da teorik olarak tutulan bu gazların nerede depolanacağı sorunu bulunuyor. Dünyada her yıl 60 milyar ton seragazı salınıyor. Depolama kapasitemiz ise bunun binde biri, yani derdimize ilaç olabilmekten çok uzak. Ayrıca bu depolanan gazların depolandıkları yerlerden kaçıp atmosferi ısıtmayacaklarının da bir garantisi yok. Kısacası, olduğumuz gibi yaşamaya devam edip kömür, doğalgaz ya da hatta biyoetanol yakıp sonra çıkan gazları toplayıp yerin altına saklamanın kolay ve ucuz bir yolu yok, olmayacak da. Bunun bir çözüm olacağı fikrine dayanarak şirketlerini yönetenler yalan söylüyorlar. Problemi çözebilmemizin tek bir yolu var, o da oyun oynamayı bırakıp gerçek çözümlere yönelmek, bu çözümler ne kadar acı verici olsa da.
Bu yazı ilk olarak EKOIQ Mayıs-Haziran sayısında yayınlanmıştır.