Başkan Trump ve Paris Anlaşması
Eski çağlarda da insanların yaktıkları odun ve kömürden karbondioksit çıkıyordu. Ama bu karbondioksidin bir kısmı okyanuslar tarafından bir kısmı da büyüyen bitkiler tarafından emiliyordu. Sonra insanlık buhar makinesini keşfetti ve önce bol miktarda kömür sonra da petrol ve doğal gaz yakmaya başladı. Fazladan yakılan bu kömür, petrol ve doğal gaz doğanın çeşitli yollarla emebileceğinin üzerine çıktı. Bundan dolayı da atmosferdeki karbondioksit gazı oranı artmaya başladı.
Karbondioksit güneşten dünyaya gelen ışığa karışmazken dünyadan uzaya saçılan ısıyı tutar ve dünyanın ısınmasına neden olur. Dolayısıyla atmosferde ne kadar fazla karbondioksit olursa dünyanın ortalama sıcaklığı da o denli yükselir. Günlük hayatımız bu ısınmanın bir kısmını doğal normal kabul edebilir. Ancak bu ısınma belirli bir seviyenin üzerine çıkarsa artık alıştığımız hayatı yaşamamız güçleşir. Mesela daha önce tarım yaptığımız alanlar artık bitki yetişmeyecek kadar sıcak olabilir veya daha önce hava serin olduğundan bulunduğumuz alanlarda yaşamayan sivrisinek türleri ısınmaya bağlı olarak buralara gelmeye başladığında alışmadığımız salgın hastalıklarla karşılaşabiliriz. Bu listeyi türlü kötü etkiyi ekleyerek uzatabiliriz.
Bilim insanları bu etkilerin insan hayatını ciddi anlamda etkilememesi için dünyanın ortalama sıcaklık artışının 2 dereceden fazla olmaması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Dünya devletleri de uzun süren ikna turları sonunda bu ana fikri kabul ederek soruna çare bulmak için çalışma kararı aldılar. Bu kararın ilk adımı olarak tüm dünya devletleri 2020-2030 yılları arasında bu konuda neler yapmayı planladıklarını Birleşmiş Milletler’e bildirdiler. İkinci adımda da 12 Aralık 2015’te Paris’te kabul edilen ve 22 Nisan 2016’da New York’ta imzalanan anlaşmayla ülkeler, kendi çalışma planlarına göre yapabilecekleri uygulamalar için taahhütte bulundular.
Paris Anlaşması olarak bilinen bu anlaşma sonuç olarak 2020-2030 yılları arasında her ülkenin baskı altında kalmadan kendi verdikleri taahhütlerin toplamından oluşur. Yeterli sayıda ülkenin onaylamasıyla bu anlaşma Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz 22 Nisan 2016’da bu anlaşmayı imzalamış olmasına rağmen meclisten geçirmediği için henüz anlaşmaya taraf değildir.
1 Haziran 2017 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump ülkesinin bu anlaşmadan çekildiğini açıklamıştır. Bu açıklamaya ek olarak da kendi ülkelerinin yararına olacak yeni bir anlaşma için görüşmelere başlayacağını söylemiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere, özellikle eklediği cümlenin herhangi bir mantığı yoktur. Başkan Trump’ın söylemek istediği aslından bir önceki Başkan Obama’nın yapmayı taahhüt ettiği şeyleri yerine getirmeyeceğidir. ABD’yi bu taahhütleri vermeye kimse zorlamamıştır. Eğer Başkan Trump isteyecek olsa anlaşmadan ayrılmadan bu taahhütleri değiştirmesi ve yumuşatması mümkündür. Ancak seçimlerden önce yapmaya söz verdiklerini yerine getirmeye çalıştığından böylesi gereksiz bir adım atmaktan da çekinmemiştir.
Bu adımın sonuçlarını iki bağlamda irdelemekte fayda var:
Öncelikle, çok duyduğumuz üzere, Amerikalılar başkanlarının söylediğini değil cüzdanlarının söylediğini yaparlar. Yani, eğer atmosfere karbondioksit salmayan enerji kaynakları daha ucuzsa, bu kaynakları kullanmaktan çekinmezler. Özellikle güneşten elektrik üretme sistemlerinin kuruluş maliyetlerinin her 18 ayda bir yarıya indiği göz önüne alınacak olursa, yenilenebilir enerji kaynaklarının çok kısa vadede daha ucuz enerji üretmeye başlayacağı aşikardır. Bu durumda, Başkan Trump ABD’yi Paris Anlaşması’ndan çıkartsa da çıkartmasa da ABD bu anlaşmanın şartlarını zaten yerine getirecektir. Çünkü piyasa şartları bunun daha doğru ve akılcı hareket olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, ABD’nin bu anlaşmadan ayrılmış olmasının teknik bir zararı bulunmamaktadır.
Ancak diğer açıdan yaklaştığımızda, ABD Paris Anlaşması konusunda ayak sürüyen tüm ülkelere de direnme yolu açmıştır. Bizim gibi bu anlaşmayı kabul etmemiş olan ülkeler ABD’nin de anlaşmayı kabul etmemiş olmasını bir neden olarak ortaya koymaya çekinmeyeceklerdir. Bu açıdan anlaşmanın sağlıklı bir biçimde yürümesi ve diğer ülkelerin sağlayacakları katkıların devamı kısmen tehlikeye girmiştir.
Yalnız bu problemin uluslararası politika ve ekonomideki etkileri iklim değişikliğinin fazlasıyla ötesine geçmektedir. Dünya ülkeleri açısından bakıldığında enerji güvenliği artık gündemin en üst sıralarındadır. Özellikle kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların üreticisi olmayan ülkeler yenilenebilir kaynaklardan enerji üretiminin ne derece önemli olduğunu anlamış durumdadırlar. Teknolojide yapılacak olan bir sonraki sıçrama muhtemelen enerji sistemleri alanında olacaktır. Bu konuda son on senedir yatırımlarını hızlandıran Çin ve buna ayak uydurmaya çalışan AB, Paris Anlaşması’na bağlılıklarını bir kez daha ortaya koyarak başlamakta olan enerji devriminde de dünyadaki öncü rolü üstleneceklerini beyan etmişlerdir. Enerji teknolojileri alanında ABD’deki en önemli isimlerden olan Tesla’nın sahibi Elon Musk Başkan Trump’ın kararının ardından hemen tepkisini ortaya koymuştur. Amerikan ekonomisi açısından seçim sözlerini yerine getirmek bir yere kadar kabul edilebilir ama sırf bu sözleri yerine getirmek için teknolojik olarak ABD’yi Çin ve AB’nin gerisine düşürmeyi ülkedeki ekonomik çıkar çevrelerinin kolayca kabullenmeleri beklenemez. Kaldı ki Exxon-Mobil gibi dev petrol şirketleri bile Başkan Trump’ın bu kararının karşısındadırlar.
Tüm bu noktaları göz önüne aldığımızda ülkemizden bakıldığında basit bir karar gibi görünse de alınan karar, eğer arkasında durulacak olursa ABD açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. Eğer kısa vadede bu karardan dönülecek olursa da hepimizin geleceği açısından daha hayırlı bir adım atılmış olur.